Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler(RSF) örgütü, 2014 yılı Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması`nda, Türkiye`yi, 180 ülke içinde, 154. sırada gösterdi. Ülkemiz, 10 yıl içinde, 56 sıra geriledi. Basın özgürlüğünü savunan Paris merkezli uluslararası örgüt, yayınladığı indeksinde Türkiye`yi, "2013 sonunda 60 civarında medya çalışanını cezaevinde tutan, Gezi eylemleriyle 153 habercinin polis şiddetine uğradığı ve editoryal bağımsızlığın ağır saldırı altında olduğu bir ülke" diye tanıttı.
Basın özgürlüğü durumu en iyi üç ülke olarak Finlandiya, Hollanda ve Norveç gösterilirken Suriye 177, Türkmenistan 178, Kuzey Kore 179 ve Eritre 180. sırada yer aldılar.
1972 yılından bu yana gazetecilik mesleğinin içinde bulunan bir kişi olarak bu duruma şaşırmadım, tabii ki. Çünkü, bugün Türkiye`de gazeteci olmak gerçekten çok zor. Son 11-12 yıldır ülkemizde basın ve ifade özgürlüğü konusunda büyük problemler yaşanıyor. Gazeteci olmak ile gazeteci ölmek, bıçağın iki ucu gibi
Türk basını, 1950 yılına dek fikir sattı. 1950-1980 arası haber sattı. 1980`den günümüze dek ise hem hayâl satıyor, hem de medya-siyaset-ticaret-tarikat dörtgeninin sarmalından kendini kurtaramıyor.
1990`lı yıllarda gazeteciler, öldürülerek susturuluyorlardı, şimdi ise cezaevlerine tıkılarak, mesleklerini yapamaz duruma getirilerek, işsiz bırakılarak
"Öldürülen gazeteciler", mesleğimizin utanç tablosudur. Hiçbir meslek grubunda cinayet listesi bu kadar uzun değil! Çünkü söz uçuyor, yazı kalıyor. O yüzden de gazeteci öldürmek, moda oluyor. Böyle bir mesleği icra etmenin riskini bilerek, işten atılma pahasına, kadrosuz çalışma pahasına çalışmayı sürdüren, topluma mesaj vermeyi bazen hayatıyla ödeyen gazeteciler var. 2009`dan sonra öldürülen gazeteci yok. Moda değişti artık. Gazeteciyi öldürmek değil, süründürmek yoluyla ölüme mahkum etmek var.
Gazetecilik mesleğinin en önemli sorunlarından biri ise örgütsüzlük. Gazetecilerin sadece % 1`i sendikalı. Abdi İpekçi`siz geçen 35, Uğur Mumcu`suz geçen 21, Metin Göktepe`siz geçen 18, Hrant`sız geçen 7 yıl! Onları unutmamak için kendimize sormalıyız. Niçin onlar aramızda değil? Öğrenilmesini istemedikleri gerçekler nedir?
Gazetecilikte örgütlü olmanın önemi çok büyüktür. Özgür Gazeteciler Cemiyeti`nin(ÖGC) 2013 yılı Gazetecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu`na göre 86 gazeteci, yazar ve dağıtımcı cezaevlerinde. En az 36 gazeteci saldırıya uğradı. En az 150 gazeteci işkence, kötü muamele ve darba uğradı. En az 20 gazeteci tehdit edildi, fişlendi. En az 16 gazeteci tutuklandı. En az 13 gazeteci hakkında soruşturma açıldı. En az 44 gazeteci hakkında dava açıldı. En az 64 gazeteci hakkında ceza verildi En az 38 gazetecinin haber takibi engellendi. En az 73 gazeteci işten çıkarıldı. En az üç yayın organı baskı ve saldırıya uğradı. En az 57 yayın yasaklanıp, toplatıldı. En az 29 internet sitesi engellendi. En az 32 yayın sansür ve otosansüre uğradı.
İktidarlar, halkın özgürce habere ulaşmasının önünü açmak yerine, "Halkın, özgürce haber almasını nasıl önleriz?" çabası içinde, ülkemizde. Oysa demokrasinin temeli, insan haklarıdır. İfade özgürlüğü de en temel hakların başlarında gelir. Gazeteci, ifade özgürlüğüne bağlı olarak gerçekleri doğru bir şekilde yansıtmakla görevlidir. Çağdaş bir toplum olarak özgürce yaşamak, demokrasiyi içselleştirmek istiyorsak, her şeyden önce basının özgürce çalışabileceği ortamları yaratmak zorundayız. Ama son 10-12 yıldır durum tam tersine gelişiyor, ülkemizde. Gazeteciler üzerinde baskılar giderek yoğunlaştı. Sermaye, siyaset, medya, tarikat sarmalında emek, göz ardı edildi. Sansür ve otosansür, gazetecileri, mesleklerini yapamaz duruma getirdi. Yalnız Gezi olayları nedeniyle 150`ye yakın gazeteci, sadece düşündüklerini yazdıkları için işsiz kaldılar. Oysa gazetecilerin aldıkları ücret ortalaması, Türkiye`de yoksulluk sınırının bile altında.
Türk basınında ne yazık ki gazeteciliğe değil, teknolojiye yatırım yapıldı. Yaygın basın, yıllar önce o meslek ruhu kokan Babıali`den, İkitelli`ye göç ederken, gazeteciler, halktan da koparıldı. Gazeteciler, sürgün gibi uzak, araçlarla gidilen bir yere gönderilirken, "telefon gazeteciliği"ne yönelip, meslek ruhundan da uzaklaştılar. Türkiye, ofsete batı medyasından önce geçerken teknolojiye yatırım yaptı, ancak insana yapmadı. Tabii ki teknolojiye "evet" ama Türkiye, demokrasisi olan ülkelere, promosyonla kirlenmeyi satan ülke de oldu. Yani çok daha önce kirlendik, çok daha önce kirlettik.
Türkiye, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler(RSF) Örgütü`nün, 2012 yılında, 180 ülke içinde Türkiye`ye 154. sırada yer vermesinde en önemli etkenlerden birkaçı, gerek yazılı, gerekse yazılı olmayan sansür mekanizmalarının tüm canlılığı koruması, yazı işlerinde gazetecilerin diken üstünde çalışmasına yol açmaktadır. Türkiye`de hâlen "devlet sırrı"yla ilgili bir yasa yoktur. Bu ortam ve koşullar sadece yurttaşın değil, gazetecilerin de cesaretini kırmaktadır. "Devlet Sırrı Yasa Tasarısı"nda, "devlet sırrı"nın sona erme süresi 75 yıl kadardır. "Devlet sırrı" olmayıp da, gizli belgeler için de süreler 25 yıla endekslenmiş görünüyor.
Gazeteciliği özünde muhalefet bulunur. Ancak günümüz Türkiye`sinde gazeteciliğin gereği olan muhalefet hakkını kullanan gazeteciler ya patronaj kesiminden, ya da yukarıdan gelen talimatlarla kendilerini kapının önünde buluyorlar. Gazeteciler, bu zor durumdan ancak sosyal medyaya sığınarak, kendi bloklarını kurarak ayakta kalmaya çalışıyor. Böylece de inadına gazetecilik yaparak, halka gerçekleri ve doğruları anlatmaya çalışıyorlar. Tabii, bu ortamda medya okuryazarlığı da önem kazanıyor. Medyayı dikkatle izleyip, cezalandırmak da okurun görevi olarak ortaya çıkıyor. Çünkü, günümüzde gazete ve televizyonların neredeyse bir silah olarak kullanıldığı bir süreçten geçerken, "tek sesli" bir medya oluşturulma çabası da açıkça görülüyor. Herkesin aynı düşüncede olduğu bir medya organının haberciliği ne denli güvenli olabilir? Söz konusu haberciliğin objektif olduğu, herhangi bir siyasi hedefin uzantısı şeklinde üretilmediğine nasıl inanılabilir?
Türk medyası ne yazık ki bugün, siyasetin altında kalarak, ezilmiş durumdadır. Gazetecilik, bizzat gazetecilerin elinde adım adım karikatüre dönüştürülmüştür.
Tüm bu ortam ve koşullara karşın gazetecilerin umutsuz olma gibi bir lüksü yoktur. Her zaman umutlu olmalı, çatlaklardan sızmalıyız. İnadına gazetecilik yapmalıyız.